BAŞLANGIÇ:BAL KABAĞI TATLISI VE PARİS


Hani derler ya Edirne’den Kars’a, işte tam da öyle, doğdum doğalı baştan uca gezdik memleketi ailemle. Hamurum böyle mayalandı anlayacağınız. Eh becerebildiğim kadar yazmayı da severim. Girizgahı kısa tutayım, belki başka kaçışlarıma vesile olur diye yazmaya karar verdim. Ne zaman okusam içimdeki göçebeyi ateşleyen Mark Twain’in birkaç cümlesini aktararak yazıma başlayayım.

“Yirmi yıl sonra bugün yapmadığınız her şeyden, yaptıklarınızdan daha fazla pişman olacaksınız. Dolayısıyla halatlarınızdan kurtulun. Alışılmış limanlardan uzaklaşın. Alize rüzgarlarını yelkenlerinize doldurun.
Araştırın. Hayal edin. Keşfedin.”
Elimde kullanılmayı bekleyen bir yeşil pasaport ve kafamda çok uzun zamandır ertelediğim anneanne ile dede ziyareti kapsamında bir Almanya-Bremen gezisi vardı. Paris nereden çıktı? Ben de anlamadım.

Yol arkadaşım, küçük kız kardeşim ve ailemizin dostu bir abimdi. Ümit Abi, Bremen’e Paris aktarmalı olarak gitmeyi teklif edince tabii ki hayır diyemedim. İki uçak arası 7 saatimiz olacaktı, havaalanına giriş ve çıkışı da hesaba katarsak Paris’te gezmek için yaklaşık 5 saatimiz kalacaktı-her şey mükemmel giderse-.

Elimizde bir adet -LC Waikiki poşetinde- babaannemin, çok sevdiğim için yolluk olarak yaptığı kaymaklı bal kabağı tatlısı ile uçak Charles De Gaulle havalimanına indiği anda koşturmaya başladık. İstanbul Atatürk veya Sabiha Gökçen’e benzemiyor tabi. O kadar büyük ve o kadar karışıktı ki iki saati geçti Paris’e giden RER adı verilen şehir metrosuna binmemiz. Tourist Information’dan aldığımız haritadan 5 saate sıkıştırabileceğimiz iki yer kestirmiştik gözümüze. Eiffel Kulesi ve Notre Dame Katedrali kesin görülecekti. Onun dışında vaktimiz artarsa belki ‘kafe kültürünün dünyada ilk olarak ortaya çıktığı’ yerde bir kahve içerdik.-Artmadı.-

Not: Havaalanından çıkmadan one-day ticket’larımızı (gün boyu yer altı metrosu, tramvaylar ve otobüslere istediğimiz kadar binebileceğimiz kart) kişi başı 23,5 euro vererek aldık. Hesaplıydı çünkü tek seferlik bilet 10 euroya denk geliyordu ve gideceğimiz yerler arasında taşıt kullanarak vaktimizi iyi değerlendirmeliydik.

Not2: Paris’teki metrolara girebilmek bilet olmadan imkansız. Bileti makineye okutunca açılan bir metreyi aşkın boyunda kapılar var ve sadece girerken değil çıkarken de biletleri okutmak gerekiyor. Biletin başına bir hal gelmesin, dikkat!
Elimizde harita, bir şey bilmeden düştük yollara. Notre Dame Katedrali’nin olduğu meydanda indik. Şansımız gerçekten çok yaver gitti, hava çok güzeldi. Katedrale 5 dakika sonra ulaşsak uzun kuyruklu bir sırada beklemek zorunda kalacaktık.


image

                                    Katedralin yer aldığı meydan


image
image

                                             Notre Dame Katedrali


image

Katedral büyüleyiciydi. İşin ilginç tarafı, yaklaşık bir hafta önce çok yakın bir arkadaşım bana Notre Dame’ın Kamburu hikayesini, Esmeralda’yı uzun uzadıya anlatmış, müzikallerini izletmişti ve üzerinde uzunca konuşmuştuk. Gördüğüm yerler sayesinde daha bir anlam kazanıyordu. Belki bir gün yine Paris’te müzikalini dinlemek de nasip olur. 


image

Paris’te ulaşım gördüğüm kadarıyla çok karışık. Yer altı metrolarının içi çok bakımsız, dar ve duvarlar rutubet içinde çürümüş. Tarihi dokuyu bozmamak için mi bu halde bırakmışlar, anlayamadım.  Metrodan yukarı çıktığımız yerden aşağı inemiyoruz. Eiffel’e gitmek için tekrar metroya binmemiz gerekiyordu ve inişi bulana kadar sormadığımız insan kalmadı.
Not: Fransızların ‘Fransızca konuşurum, İngilizce sorarsan cevap bile vermem’ inadı olduğundan söz etmişlerdi arkadaşlar. Biz mi çok şanslıydık yoksa asılsız bir duyum mu bilmiyorum ama yaşlısından gencine herkes çok kibar bir şekilde ve İngilizce yardımcı olmaya çalıştı. Hatta yetmiş seksen yaşlarında çok kibar bir Fransız beyefendisiyle ‘Eiffel’ i yanlış telaffuz edişim üzerine gülüştük.
Metro inişini o beyefendinin yardımları sayesinde bulduk ve Eiffel’e 15 dakikalık yürüyüş mesafesinde bir durakta indik. 


image

Sol yanımızdan Sen nehri akıyor, sağ tarafımızda Eiffel. Solumuza bakıyoruz ve orada el değmemiş tarih duruyor, sanat duruyor, önünde diz çökülesi mimari duruyor. Yürürken aklımdan hep “onlarda VS. bizde” senaryoları geçiyor, engel olamıyorum. 


image

Eiffel Kulesi’nin dört bir yanında ellerinde silahlarla ortalığı kolaçan eden askerlerin görüntüsü beni ürküttü ve terörizme bir kez daha lanet ettirdi.
Not: Eiffel, babamın her zaman inatla dediği gibi, demir yığınından ibaret. Bir daha gelecek olsam ve zamanım fazla olsa bu harika şehirde uğrayacağım son yer olurdu. 


image

Eiffel’i de turladıktan sonra Sen nehrinin üzerindeki köprüden karşıya geçtik. Biraz yokuş yukarı çıktıktan sonra bir parkı geçtik ve insan kalabalığının yeniden arttığı bir meydana geldik.


image

Sanki bambaşka bir şehrin kapılarını açmıştık. Keşfedilmesi gereken yüzlerce sokağa hüzünle baktım ve geri dönüş yolunu bu sefer başka bir rotadan tuttuk. Gecelik fiyatını tahmin dahi edemediğim otellerin yanından geçiyorduk. İnsanın ruhuna iyi gelen, mimari harikası oteller… 


image
image

Adımlarımızı hızlandırdık ve tramvaya atladık ama bindiğimiz tramvay ters yöne gidiyormuş, bir durak sonra fark edip indik. Biraz vakit kaybederek doğru tramvaya bindik ve tekrar Notre Dame Katedrali’nin olduğu meydanda indik. Bu sefer hat değiştirmemiz gerekiyordu hava alanına dönmek için fakat çıktığımız metro durağından inemediğimizi tekrar fark edip panik içinde inişi aradık.
Meydanı boydan boya turladık ama bir türlü bulamıyorduk. Birkaç kişiye soru sormak isteyip panikten ne diyeceğimi şaşırdım, en sonunda -uçağın kalkmasına 1 saat civarı kaldığında- daha önce önünden defalarca geçtiğimiz merdivenlerden indik ve doğru metroya binmeyi başardık. 

Dipnot: Bu güzel macerada bize eşlik eden ve heyecanımıza ortak olan bal kabağı tatlısını yiyen olmadı ve çöpe gitti.

Yorumlar